22 Mayıs 2011 Pazar

Oyunculuk-Sunuculuk-Eser Sözleşmesi-Yetkili Mahkeme

Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2009/15-459
Karar:2009/451
Tarih:18/11/2009

Talk show, program, dizi, yarışma programlarında oyunculuk sunuculuk sözleşmesine dayalı uyuşmazlıklarda Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümleri uygulanmaz. Bu nedenle, bu tip uyuşmazlıklara ilişkin davalar Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinde değil, genel yetkili Asliye Ticaret Mahkemelerinde görülmelidir.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Adli tatil süresi - son gün (YARGITAY KARARI)

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Esas No: 2008/14-831 Karar No: 2009/3
Tarihi: 21.01.2009




• Adli Tatilin Süresi
• Yeni Adli Yılın Başlangıcının Resmi Tatil Olması
• Yasal Sürenin Son Gününün Adli Tatile Rastlaması

ÖZET:


1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 175. maddesi hükmüne göre; adli tatil her yılın Ağustos ayının birinde başlar Eylül ayının beşinci günü sona erer. Buna göre, yeni adli yıl, o yılın altı eylül günü başlayacaktır.

Anılan Kanun'un 177. maddesine göre de, adli tatilde bakılamayacak olan davalarla ilgili olarak Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu tarafından belirlenen sürelerin son gününün adli tatile rastlaması halinde, bu süreler, adli tatilin bittiği günden itibaren yedi gün uzatılmış sayılır. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için sürenin son gününün adli tatil içerisinde kalması gerekir. Sürenin son gününün adli tatilin bitiminden sonraki bir tarihe rastlaması halinde, herhangi bir uzama olmayacaktır.

Olayda, 15 günlük karar düzeltme süresinin bittiği 06.09.2008 günü resmi tatil günü olan cumartesiye rastlamış olup HUMK'nın 177. maddesi uyarınca yedi günlük uzama süresinin uygulanması mümkün değildir. Bu durumda, HUMK'nın 162. maddesi uyarınca karar düzeltme dilekçesinin en geç, tatili takip eden ilk mesai günü olan 08.09.2008 pazartesi
günü verilmesi gerekmektedir.

(1086 s. HUMK m. 162, 175, 177)

kredi kartından (izinsiz/onaysız) para çekilmesi - bankanın sorumluluğu (YARGITAY KARARI)

T.C. Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi

Esas No: 2005/4748 Karar No: 2006/7341 Tarihi: 22.06.2006



• İnternet Şubesi Şifresi Ele Geçirilerek Para Çekilmesi

• Bankanın Objektif Özen Yükümlülüğü

• İnternet Şubesinin Güvenliğinin Sağlanması

• Bankanın Hafif Kusuru
• Banka Müşterisinin Müterafik Kusuru
• İnternet Bankacılığında Sanal Klavye Kullanılmaması



ÖZET:

Davacı, davalı ile arasındaki bireysel internet şubesi sözleşmesi uyarınca davalının internet şubesi nezdinde yaptığı işlemlerde kullandığı kullanıcı adı ve şifresinin bilgisayar korsanlığı yoluyla üçüncü kişi tarafından ele geçirilerek davalı bankadaki iki hesabından para havale edilmesinde, elektronik bankacılık hizmetinde gereken güvenliği sağlayamayan davalı bankanın sorumlu olduğunu ileri sürerek, çekilen tutarın faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Bir güven kurumu olarak faaliyet gösteren bankalar objektif özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesinden kaynaklanan hafif kusurlarından dahi sorumludurlar.

Bu nedenle, banka müşterisinin hesabında bulunan paranın, müşterinin haberi olmadan bilgisayar korsanlığı yoluyla başka bir hesaba aktarılmasını önleme yolunda ek güvenlik tedbirleri almayan ve ancak olaydan sonra önlem alan davalı banka hafif kusuru nedeniyle sorumludur.

Ayrıca, davacının sanal klavye kullanması halinde bile bunun bilgisayar korsanlığını engellemeye teknik olarak yetmeyeceği anlaşıldığından ve davacının şifresini koruma yükümlülüğüne uygun davranmadığı ve müterafik kusurlu olduğu savunması kanıtlanamadığından davalı banka müşterisinin zararını ödemek zorundadır.



(818 s. BK m. 41)



TAM METİN :
Taraflar arasında görülen davada Kadıköy Asliye 4. Ticaret Mahkemesi'nce verilen 01.02.2005 tarih ve 2003/46 - 2005/61 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş olmakla, duruşma için belirlenen 20.06.2006 gününde davacı avukatı B.A. ile davalı avukatı H.E. gelip, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Yaşar Arslan tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı banka nezdindeki hesabının O.A. adlı kişi tarafından internet şifresi ele geçirilip kullanılarak çekildiğini, elektronik bankacılık hizmetinde gereken güvenliği sağlayamayan davalının sorumlu olduğunu ileri sürerek, (20.146.720.234) TL'nin faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, kişisel bilgisayarının güvenliğini sağlamayan, sanal klavye kullanmayan, havale işlemlerini sınırlayan parola kullanımını aktif hale getirmeyen davacının şifrenin başkalarınca ele geçirilmesinde kusurlu olduğunu, üçüncü kişilerin müşterilerin kullanıcı kodu ve şifre bilgilerini banka sisteminden sağlamalarının olanaksız olduğunu savunmuştur.
Mahkemece, mübrez belgelere ve banka merkezinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucuna dayanılarak davacının Suadiye ve Bostancı Şubelerindeki hesaplarından dava dışı kişinin Konak-İzmir Şubesindeki hesabına (16) ayrı işlemle (20.146.720.234)TL'nin internet şubesi aracılığı ile havale edildiği, 15 dakika içinde (16) ayrı işlemle para havalesi yapılmasını fark eden güvenlik sisteminin davalı bankada bulunmadığı, iki gün sonra sisteme girmeye çalışan davacının kullanıcı şifresinin değiştirilmesi nedeniyle girememesine karşın bankanın her hangi bir kilitleme yapmadığı, objektif özen yükümlülüğünü yerine getirmeyen davalı bankanın hafif kusurlarından dahi sorumlu olduğu, davacının şifresini koruma yükümlülüğüne uygun davranmadığı ve müterafik kusurlu olduğu savunmasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve kararın dayandırıldığı 16.08.2004 tarihli uzman bilirkişiler kurulu raporunda yer alan saptamalardan, davalı bankanın iki ayrı şubesinde hesabı bulunan davacının taraflar arasındaki bireysel internet şubesi sözleşmesi uyarınca davalının internet şubesi nezdinde yaptığı işlemlerde kullandığı kullanıcı adı ve şifresi'nin bilgisayarına yerleşmiş casus programlarda başkasınca elde edilerek davacı hesaplarından (20.146.720.234) TL'nin çok kısa bir süre içerisinde (16) ayrı işlemle internet yolu ile davacının haberi olmadan davalı bankanın Konak Şubesi'ne aktarılmasında bu tür bilgisayar korsanlığı yöntemiyle işlemler yapılmasını önleme yolunda ek güvenlik tedbirleri almayan ve olaydan sonra bu yola tevessül eden davalının kusurlu ve sorumlu bulunduğunun, davacının sanal klavye kullanması halinde dahi bunun yapılan bilgisayar korsanlığını engellemeye teknik olarak yetmeyeceğinin anlaşılmasına, işlemi yapan kişi hakkındaki ceza soruşturması sonucunun hafif kusurundan dahi sorumlu olan davalı banka bakımından etkili görülmemesine göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile kararın ONANMASINA, takdir edilen 450,00 YTL duruşma vekillik ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 815,94 YTL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 22.06.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

geriye doğru vekalet ücreti - azil/fesih sonrası vekalet ücretine hak kazanma (YARGITAY KARARI)

T.C. Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesi

Esas No: 2005/10612 Karar No: 2006/3518 Tarihi: 13.03.2006



• Vekalet Sözleşmesinin Feshi

• Vekalet Ücreti

• İhtar

• Haksız Fesih

• Haksız Azil

• Hak ve Nesafet Kuralları



ÖZET:

Dava, davalının vekilliğini üstlenen davacının vekalet sözleşmesinin haksız feshedildiği iddiası ile vekalet ücretlerinin tahsili istemine ilişkindir.
Taraflar arasında düzenlenen sözleşme hizmet-hukuk müşavirliği niteliğinde bir sözleşme olup sözleşmenin süresinin bir yıl olduğu, taraflar sözleşme bitiminden bir ay önce yazılı olarak fesih ihbarında bulunmadığı takdirde aynı koşullarla sözleşmenin bir yıl uzayacağı, ayrıca taraflarca her zaman yazılı ihbar tarihinden itibaren bir ay sonra geçerli olmak üzere sözleşmenin fesih edilebileceğini, sözleşmenin feshi halinde ücretin sözleşmeye göre belirleneceği kararlaştırılmıştır.
Sözleşme ile belirlenen ücretin Avukatlık Kanunun 164/4. maddesindeki anlamda ve asgari ücret tarifesi altında ücret olduğu kabul edilemez.
Taraflar arasındaki ihtilafın, tarafların serbest iradeleri ile yaptıkları ve geçerli olan bu sözleşmenin hükümlerine göre çözümü gerekir. Sözleşmede sözleşme süresinin bitiminden bir ay önce veya her zaman bir ay sonra hüküm ifade etmek üzere, tarafların yazılı ihbarla sözleşmeye son verebilecekleri kararlaştırıldığına göre, davalının sözleşme bitim tarihinden önce gönderdiği ihtarla sözleşmeyi yenilemeyeceğini bildirmesi haksız fesih sayılamayacağı gibi, haksız azil de değildir.
Buna göre, sözleşmenin sona erdiği tarih itibariyle, davacı tahsilatla sonuçlandırdığı veya henüz tahsilatla sonuçlanmayan, ancak tahsilatı mümkün hale gelen veya tahsilatı mümkün hale geldiği ve tahsilat yapılabileceği kabul edilebilecek dosyaları ile tahsilat yapılması mümkün olmayacağı anlaşılan dosyalardan dolayı sözleşmede kararlaştırılan ücreti isteyebilir. Sözleşmenin sona erdirildiği tarih itibariyle sonuçlanmayan ve devam edip ne olacağı belli olmayan dosyalardan dolayı da davacının sarfettiği emek ve mesaisi dikkate alınarak sözleşmeye göre, isteyebileceği ücret baz alınarak ve bu miktarın altında olmak üzere hak ve nesafet kuralları çerçevesinde uygun bir miktarı ücret olarak isteyebilir.



(1136 s. m. 164/4, 174)



TAM METİN :
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalı avukatı tarafından duruşmalı davacı avukatınca duruşmasız olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı vekili avukat A. B. ile davacı vekili avukat Ş. A.'nın gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
Davacı avukat olduğunu, davalının vekilliğini üstlendiğini, aralarında 25.09.2000 tarihli sözleşmenin düzenlendiğini, ancak davalının 25.09.2003 tarihi itibariyle bu sözleşmeyi haksız olarak feshettiğini, sonuçlanmış ve derdest işler için ücretinin ödenmesini ihtarla istemesine rağmen ödemediğini, infazla sonuçlanan işlerden dolayı davalının avukatlık ücreti olarak ödemesi gereken 45.918.108.397 TL borçlu adresi tespit olunamayan kısmi tahsilat dışında tahsilat yapılması mümkün olmayan dosyalar için davalının ödemesi gereken ile karşı tarafa yüklenecek ücretler karşılığı 75.343.759.669 TL, 25.9.2003 tarihinde derdest olan dosyalar için davalının ödemesi gereken ile karşı tarafa yüklenecek ücretler karşılığı 219.174.507.840 TL ücret alacağı olduğunu bildirip şimdilik bu gruptan her biri için 10.000.000.000 TL'den 30.000.000.000 liranın, 15.04.2005 tarihli ıslah dilekçesi ile talebin artırarak 217.000.000.000 TL'nin tahsilini istemiştir.
Davalı, aralarındaki sözleşmenin 3. maddesine göre süreli olarak sözleşmenin yenilenmediğinin davacıya bildirildiğini, bunu da sözleşmeden doğan hakları olduğunu, sözleşmeye göre hak ettiği ücretlerinin davacıya ödendiğini, dosyaların gereği gibi takip edilmediğini, davacının ihmali olduğunu bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının hak ettiği 110.866.100.664 TL'nin 30.000.000.000 TL'sine 11.04.2005 dava tarihinden, kalan kısmı 15.04.2005 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faiziyle tahsiline, fazla talebin reddine karar verilmiş, hüküm her iki tarafça temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Dosyada bulunan ve taraflar arasında düzenlenen 25.09.2000 tarihli "vekalet sözleşmesi" başlıklı sözleşmenin, 3. maddesinin 1. fıkrasında sözleşmenin süresi bir yıl olduğu, taraflar sözleşme bitiminden bir ay önce yazılı olarak fesih ihbarında bulunmadığı takdirde aynı koşullarla sözleşmenin bir yıl uzayacağı, 3. maddenin 2. fıkrasında taraflarca her zaman yazılı ihbar tarihinden itibaren bir ay sonra geçerli olmak üzere sözleşmenin fesih edilebileceğini, 3. maddenin son fıkrasında sözleşmenin feshi halinde ücretin 4. maddeye göre belirleneceği kararlaştırılmıştır.
Ücretin belirlendiği, sözleşmenin 4. maddesinin 1. fıkrasında, yapılacak takiplerde ve bu takiplere bağlı olarak açılan davalarda, karşı taraftan tahsili gereken avukatlık ücretinin avukata ait olacağı, bu ücretin asıl alacağın tüm ferileriyle tamamen tahsili halinde ödeneceği, 4. maddenin 2. fıkrasında, borçlu adresinin tespit edilememesi ve icra merciinin adres tespiti yapılamadığına dair yazısı ile birlikte dosyanın iadesi halinde, avukatın takibe konu meblağın % 1'nin ücret olarak ödeneceği, 4. maddesinin 3. fıkrasında, kısmi tahsilat halinde ve borçlu adresi tespit edilemeyen ve bakiye alacağın tahsili mümkün olmayan hallerde yapılan tahsilat miktarına isabet eden oranda ve ayrıca tahsilatı mümkün olmayan kısım üzerinden % 1 oranında, 4. maddenin 4. ve 5. fıkralarında, alacağın hiç tahsili kabil olmadığı takdirde % 1 oranında, avukatın icra takibinden önce tahsilatı sağlaması halinde icra vekalet ücretine tekabül eden miktarda, 4. maddenin 6. fıkrasında, alacağın tahsilinin yapıldığı süreye göre avukata %3-2 oranında prim ödeneceği kararlaştırılmıştır.
Yine dosyada bulunan, davalı tarafından davacıya gönderilen 15.08.2003 tarihli ihtarla, 25.09.2003 tarihinde bitecek olan sözleşmenin yenilemeyeceği ve fesih edileceği bildirilmiştir.
Taraflar arasında düzenlenen sözleşme hizmet-hukuk müşavirliği niteliğinde bir sözleşme olup geçerlidir. Sözleşme ile belirlenen ücretin, Avukatlık Kanununun 164. maddesinin 4. fıkrasının 1. cümlesinde belirtilen anlamda ve asgari ücret tarifesi altında ücret olduğu kabul edilemez. Taraflar arasındaki ihtilafın, tarafların serbest iradeleri ile yaptıkları ve geçerli olan bu sözleşmenin hükümlerine göre çözümü gerekir. Sözleşmenin 3. maddesi ile sözleşme süresinin bitiminden bir ay önce veya her zaman bir ay sonra hüküm ifade etmek üzere, tarafların yazılı ihbarla sözleşmeye son verebilecekleri kararlaştırıldığına göre, davalının sözleşme bitim tarihinden önce 15.08.2003 tarihinde gönderdiği ihtarla sözleşmeyi yenilemeyeceğini bildirmesi haksız fesih sayılamayacağı gibi, Avukatlık Kanununun 174. maddesi anlamında haksız azilin sonuçlarını doğuran bir fesih değildir. Olayda, bu nedenle Avukatlık Kanununun 174. maddesi hükmünün uygulanması düşünülemez. Ancak, feshin haksız olmaması davacının fesih tarihi itibariyle, hiçbir ücret isteyemeyeceği anlamına da gelmez. Öyle olunca davacı, sözleşmenin sona erdiği tarih itibariyle sözleşmenin 3. maddesinin son fıkrası hükmüne göre, yine sözleşmenin 4. maddesi gereğince ücret istemeye hakkı vardır. Sözleşmenin sona erdiği tarih itibariyle, davacının tahsilatla sonuçlandırdığı veya henüz tahsilatla sonuçlanmayan, ancak tahsilatı mümkün hale gelen veya tahsilatı mümkün hale geldiği ve tahsilat yapılabileceği kabul edilebilecek dosyaları ile tahsilat yapılması mümkün olmayacağı anlaşılan dosyalardan dolayı davacının sözleşmenin 4. maddesine göre ücret isteyebileceğinin kabulü gerekir. Sözleşmenin sona erdirildiği tarih itibariyle sonuçlanmayan ve devam edip ne olacağı belli olmayan dosyalardan dolayı da davacının sarfettiği emek ve mesaisi nazara alınarak sözleşmenin 4. maddesine göre, isteyebileceği ücret baz alınarak ve bu miktarın altında olmak üzere hak ve nesafet kuralları da nazara alınarak, uygun bir miktarı ücret olarak isteyebileceğinin kabulü gerekir.
Mahkemece yukarıdaki açıklamalar ışığında davacının talep edebileceği alacağı bilirkişilerden ek rapor alınarak belirlenip bu miktara hükmedilmesi gerekirken, aksi düşüncelerle eksik bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
SONUÇ: Birinci bent gereği davacının tüm davalının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent gereği kararın temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde taraflara iadesine, 450 YTL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, 13.03.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi

manevi tazminatın caydırıcılığı - zenginleşme yasağı ilkesine istisna (YARGITAY KARARI)

.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Esas No: 2004/13-291 Karar No: 2004/370 Tarihi: 23.06.2004





• Manevi Tazminat
• Ameliyat Sonucu Ölüm
• Özel Hastanenin Sorumluluğu
• Manevi Tazminatın Caydırıcı Olma Özelliği





ÖZET:

Ölenin eşi, çocukları ve kardeşleri tarafından ameliyat sırasında vefat nedeniyle manevi tazminat davası açılmıştır. Ölenin sağlık sorunları, yaşamsal öneme sahip olmadığı gibi, ameliyatın yüksek risk içerdiği konusunda da uzmanlarca bir açıklama yapılmamıştır. Buna karşın yapılan ameliyatın ölümle sonuçlanmasının davacılarda büyük ölçüde elem ve ızdıraba neden olduğu tartışmasızdır.
Gelişmiş ülkelerde kişi hakları her şeyin üstünde tutulmaktadır. Aslolan insan yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yarattığı ızdırabın telafi edilmesi olanaklı değildir. Bu amaçla sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırım olacak miktarda, bir taraf için zenginleşme aracı, diğer taraf için de yıkım olmayacak şekilde ve ülkenin ekonomik koşulları, paranın alım gücü, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ve zarar verene atfedilen kusur oranı dikkate alınarak uygun şekilde manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.



(818 s. m. 47)

TAM METİN :
Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy Asliye 1. Ticaret Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.02.2002 gün ve 2000/120-2002/135 sayılı kararın incelenmesi Davalı şirket ve diğer Davalı B.Y. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 19.12.2002 gün ve 2002/11333 13754 sayılı ilamı ile önce onanmış; aynı tarafların karar düzeltme istemi üzerine bu istem kabul edilerek 23.05.2003 gün ve 2003/3392-6425 sayılı ilamı ile; (... Davacılar, murisleri R.Y. ın göğüslerinde oluşan yağ dokuları ile rahim ameliyatı sonucu oluşan fıtığın alınması ve idrar kesesi düşüklüğünün giderilmesi operasyonlarının birlikte yapılması için davalı şirkete ait Hastanede ameliyat olduğu sırada davalı doktorun kusurlu eylemi sonucu öldüğünü ileri sürerek davacı eş Hıdır için 10.000.000.000 TL. destekten yoksun kalma tazminatı ile birlikte 20.000.000.000 TL. manevi tazminat; çocukları Baki, Zeki ve Birsen'in her biri için 15.000.000.000-er TL ve kardeşleri Ali, Huriye ve Latife için 5.000.000.000-er TL. olmak üzere toplam 80.000.000.000-TL. manevi tazminatın olay tarihinden ticari faizi ile tahsilini istemişlerdir.
Davalılar davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacı eş Hıdır için 9.783.572.250 TL. maddi ve 16.000.000.000 TL. manevi çocukların her biri için 12.000.000.000- şer TL. kardeşlerin her biri için 4.000.000.000 TL. manevi tazminatın olay tarihi 6.2.1999'dan 29.12.1999'a kadar hesaplanacak yıllık % 80, 30.12.1999'dan sonra % 70 oranı üzerinden avans işlemlerine ilişkin banka reeskont faizi ile birlikte A. Sağlık Hizmetleri San. Tic. A.Ş. ve davalı B.Y.den ortaklaşa ve zincirleme tahsiline, diğer davalılar hakkındaki davanın reddine, davalı E.A. yönünden davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş; mahkemenin kararı davalı şirket ile davalı B.Y. in temyizi üzerine dairemizin 19.12.2002 gün ve 11333-13754 sayılı ilamı ile oyçokluğu ile onanmış; onama kararına karşı davalı şirket ve davalı B.Y. karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
1- Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre davalıların aşağıdaki bendin dışındaki sair karar düzeltme isteklerinin reddi gerekir.
2- Manevi tazminatın miktarını tayin etme hakimin takdirine bırakılmış bir konu olmakla beraber, hükmedilecek miktarın uğranılan zararla orantılı, duyulan acıyı hafifletecek nitelikte olması gerekir. Takdir edilecek manevi tazminat hakkaniyete uygun olmalıdır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi mamelek hukukuna ilişkin zararı karşılaması da amaç edinmemiştir. Kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine zarara uğrayanda bir huzur duygusu doğurmalıdır. Tazminatın sınırı onun amacına uygun olarak belirlenmelidir. Manevi tazminatın takdiri yapılırken tarafların sosyal ve ekonomik durumları gözetilmeli; manevi tazminatın miktarı bir taraf için zenginleşme aracı, diğer taraf için de yıkım olmamalıdır. Manevi tazminatın miktarının belirlemesinde her olaya göre değişen özel hal ve şartlar gözetilmelidir.
Davaya konu olayda, yukarıdaki ilkeler değerlendirildiğinde davacı eş için 16.000.000.000 TL çocuklar için 12.000.000.000-şer TL'den 36.000.000.000 TL ve kardeşleri için 4.000.000.000 TL'den 12.000.000.000 TL olmak üzere toplam 64.000.000.000 TL manevi tazminat fazladır. Davacılar yararına daha ılımlı bir manevi tazminata hükmedilmek üzere karar bozulmalıdır.
Mahkeme kararının açıklanan bu nedenlerle bozulması gerekirken zuhulen onandığı bu kez yapılan incelemeden anlaşılmış olmakla, davalı şirket ve davalı B.Y. in karar düzeltme itirazının kabulü ile dairemizin onama kararının kaldırılmasına, kararın yukarıdaki nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar desteklerinin tıbbi müdahale sonucunda hayatını kaybetmesi nedeniyle davalı doktorlar ve sağlık kurumu aleyhine eldeki davayı açarak maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, manevi tazminat miktarının yerindeliği noktasındadır.
Ancak, öncelikle, manevi tazminatın takdirine ilişkin bir hükmün içeriği tartışılarak verilen onamaya ilişkin karara karşı karar düzeltme yoluna gidilip gidilemeyeceği üzerinde durulmalı, bu ön sorun irdelendikten sonra uyuşmazlık çözümlenmelidir.
Bilindiği üzere, Mahkemelerin verdikleri kararlara karşı kanun yollarından en başta geleni temyiz; temyiz yoluyla verilen Yargıtay kararlarına yönelik normal kanun yolu da karar düzeltmedir. Temyiz üzerine Yargıtay temyiz edilen hükmü inceleyip bir karara bağlar. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 440. maddesinde karar düzeltme sebepleri ve yapılacak işlemler aynen;
"I.Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:
1- (Değişik: 16.07.1981 - 2494/31. mad.) Temyiz dilekçesi ve -kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,
2- Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması,
3- Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması.
4- Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması,
II. Yargıtay evvelce cevapsız bırakılan itirazları kendi görüşüne göre hükme etki yapacak nitelikte bulmazsa karar düzeltilmesi isteği üzerine vereceği kararda bu itirazları reddederken her biri hakkında gerekçe göstermek zorundadır..." şeklinde ifade edilmiştir. Görülmektedir ki, maddede karar düzeltme sebepleri sınırlı olarak sayılmış; hangi kararlar için karar düzeltme yoluna gidilemeyeceği de açıkça gösterilmiştir.
Somut olayda; mahkemece verilen maddi ve manevi tazminatın kısmen kabulüne ilişkin karar dairece "Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre" gerekçesine yer verilerek oyçokluğu ile onanmış; manevi tazminat miktarı yönünden karşı oy bildirilmiştir. Temyiz edenlerin karar düzeltme istemleri üzerine bu kez karar dairece, yukarıda başlıkta ayrıntısı yer aldığı üzere diğer yönlere ilişkin itirazlar reddedilmiş; manevi tazminatın miktarının daha ılımlı olması gerektiği noktasından oyçokluğu ile bozulmuştur. Karşı oyda hem karar düzeltme istenemeyeceği, hem de kararın onanması görüşü bildirilmiştir. Karar düzeltme isteminde bulunanlar temyiz dilekçelerinde de yer alan sebeplerini sıralamış; özünde usul ve yasaya aykırılık olgusuna dayanmışlardır.
Yasa koyucu yukarıda aynen aktarılan madde metninde karar düzeltme nedenleri arasında ve dördüncü neden olarak "Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması" olgusuna yer vermekle tarafların bu nedene dayanmasını olanaklı kılmıştır. Bir maddi vakaya uygulanacak yasal hükmün tespiti, yorumlanması ve aranan unsurların varlığı konusunda yapılan saptama usule aykırılık taşıyorsa bu hususun yasanın açık hükmü gereği karar düzeltme nedeni olarak incelenmesi olanaklıdır. Manevi tazminat miktarı da dayanağını yasadan alan ve bir yasa maddesinin uygulanması ve yorumunu gerektiren bir talep olduğuna göre, buna ilişkin takdirde usul ve yasaya aykırılık iddiasıyla karşılaşılması olasıdır. Bu husus Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.05.1983 gün ve 2/235-471 sayılı kararında da vurgulanmıştır. Açıklanan gerekçelerle heyetin çoğunluğunca karar düzeltme talebinin incelenmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamış; işin esasının görüşülmesine geçilmesine oyçokluğu ile karar verilmiştir.
İşin esasına eş söyleyişle manevi tazminat miktarına ilişkin temyiz itirazlarına gelince;
Davacılardan H.Y.ın eşi ve diğer davacıların anneleri ve kardeşleri olan 1938 doğumlu R.Y.ın göğsünde meme bölgesinde tümöral kitle, batında fıtık, ve idrar kaçırma şikayetleri nedeniyle 30.1.1999 günü davalı A. Sağlık Hizmetleri A.Ş'nin sahip ve işleteni olduğu A. Hospital adlı hastaneye yatırılarak önce göğsündeki kitlenin Dr. E.A. başkanlığındaki ekip tarafından ameliyatla alındığı, ardından diğer şikayetler nedeniyle hastanın Dr. B.Y. başkanlığındaki ekibe devredildiği, ikinci ameliyat safhasında tansiyonunun düştüğü, kanama nedeniyle şuur bozulduğu geliştiğinden hastanın yoğun bakıma alındığı ve burada 6.2.1999 tarihinde öldüğü dosya kapsamı ile belirgindir.
Olayla ilgili olarak Üsküdar C. Başsavcılığının 1999/3625 Hz. Sayısında tahkikat yapılmış; ayrıca idari yönden de incelemeye konu olmuştur.
Dosyada bulunan Adli Tıp Kurumu raporunda, "Göğüste, meme bölgesinde tümoral kitle, batında eski histerektomi ameliyatı yerinde fıtık, ve idrar inkontinansı şikayetleri ile 30.1.1999 günü hastaneye yatırılan, göğüsteki kitle Dr. E.A. başkanlığındaki ekip tarafından ameliyatla alınıp, diğer şikayetleri de arızası nedeniyle Dr. B.Y. Başkanlığındaki ekibe devredilen bu ameliyat safhasında tansiyonu düşüp kanama nedeniyle şuur bozukluğu gelişip yoğun bakımda 06.02.999 tarihinde vefat eden 1938 doğumlu R.Y. a ait dosyada mevcut belgelerdeki bilgiler dikkate alındığında;
1- Ölümü ameliyatı sırasında oluşan sol rektus adalesinde seyreden aepigastrika inferior dalının kopması ve gelişen kanamadan ileri geldiği, bu damar arızası ameliyat sırasında oluşup zamanında fark edilip onarılmadığından ölümde etkili olduğu,
2- Klinikte ve otopside göğüs bölgesindeki ameliyat sahasında herhangi patoloji saptanılmadığından bu bölge ameliyatının tıp kurallarına uygun olup ölümde etkisi bulunmadığı,
3- Ameliyat sırasında leze olan arteri zamanında fark edip onaramayan ameliyat ekip sorumlusu Dr. B.Y. in kusurlu olduğu, kusur oranının 4/8 olduğu oybirliği ile mütalaa olunur" görüşünün açıklanmış; mahkemece alınan raporda da aynı kusur oranına ulaşılıp 4/8 ise kötü tesadüf olarak adlandırılmıştır.
Ölene atfedilecek bir kusur bulunmadığında ise uyuşmazlık yoktur.
Davacıların desteğinin ölüm olayının meydana gelmesinde onun dışında işlem yürütenlerin müşterek ve müteselsil sorumlulukları söz konusu olduğunda bu aşamada sorumlu olanların kendi aralarında hangi oranda kusurlu bulunduklarının esasa etkili olmadığı açıktır. Bu ancak davalı yanlar arasında davaya konu olması halinde rücu davasında araştırılması gereken ve manevi tazminatın takdirinde ise sonuca etkili olmayan bir husustur.
Manevi tazminat isteminin temelinde davalıların haksız eylemi yatmaktadır. Bilindiği üzere, haksız eylemin unsurları zarar, zarar ile fiil arasında illiyet bağı, fiilin hukuka aykırı olmasından ibarettir. Bu şartlardan en önemlisi zarar ile fiil arasında illiyet bağıdır. Eğer olayda zarar ile fiil arasında illiyet bağı kurulamıyorsa sorumlulukta doğmamaktadır.
Öte yandan, 818 sayılı Borçlar Kanununun 47. maddesinde düzenlenen manevi tazminatta kusurun gerekmediği, ancak takdirde etkili olabileceği Yargıtay'ın 22.6.1966 tarih ve 1966/7 Esas 1966/7 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında açıkça vurgulanmıştır. Bu kararın gerekçesinde taktir olunacak manevi tazminatın tutarı etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden Hakim bu konuda taktir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Yine BK. 47. maddesi hükmüne göre: göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı Adalete uygun olmalıdır. Bu para tutarı aslında ne tazminat ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine, zarara uğrayanda bir huzur duygusu uyandırmaktadır. Aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. 0 halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Taktir edilecek miktarı mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Olayda davacılar ölenin eşi, çocukları ve kardeşleri konumundaki kişilerdir. Ölenin şikayetleri yaşamsal öneme sahip şikayetler olmadığı gibi, ameliyatın yüksek risk içerdiği konusunda bir saptama da uzmanlarınca yapılmamıştır. Durum böyle iken ölümle sonuçlanması pek muhtemel olmayan bir ameliyat sonucunda ölüm gerçekleşmiş ve bu durum davacılarda büyük ölçüde elem ve ızdıraba sebebiyet vermiştir. Davacılarda uyandırılan güvene uygun bir dikkat ve özenin gösterilmesi halinde ölüm riskinin olmayacağı bir ameliyatta hastanın kaybının onun yakınlarında manevi yıkım oluşturması olağandır.
Olayın meydana gelmesinde ameliyat sırasında zarar gören arteri zamanında fark edip onaramayan ameliyat ekip sorumlusu Dr. B.Y. in 4/8 oranında kusurlu bulunmuş, kalan 4/8 kusur oranı ise kötü tesadüf olarak nitelendirilmiştir. Bu sorumlulukta B.Y. ile birlikte diğer davalı şirkete ait hastanenin de adam kullanan ve işleten sıfatıyla müştereken ve müteselsilen sorumluluğunun bulunduğu açıktır. Zira, Özel Hastahane işleteni, öncelikle tacir sıfatıyla basiretli bir tacir gibi davranması gereği yanında, yaptığı hizmetin yaşama hakkını yakından ilgilendiren kamusal nitelik taşıyan sağlık hizmeti olması nedeniyle de hastanın ve özel durumlarda yakınlarının zarar görmemesi için gerekli olan sadakat ve özeni göstermek durumundadır. Bu özen, başta doktor ve diğer yardımcı personeli seçme ve denetleme açısından yüksek oranda gösterilmeli, diğer şartların hazırlanmasında da aynı ilke unutulmamalıdır.
Davacılardan ölenin eşi H.Y. ın emekli kamu görevlisi olduğu dosya kapsamı ile belirgindir. Eşinin diğer davacıların da anne ve kardeşlerinin sağlığını riske atmamak, daha iyi ve özenle bakılmasını sağlamak adına ve bu saikle getireceği mali yüke rağmen özel hastaneyi tercih ettikleri anlaşılmaktadır. Bu güvene layık olunmaması da hasta sahipleri açısından yaralayıcı olacaktır.
Manevi tazminat, gelişmiş ülkelerde artık eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verilmektedir. Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle vurgulamaktadır.
Bu ilkeler gözetildiğinde; aslolan insan yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ızdırabı hiçbir değerin telafi etmesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı olabilmektir.
Mahkemece, ülkenin ekonomik koşulları, paranın alım gücü, tarafların mali ve içtimai durumları, davalıların eyleminin niteliği ve atfedilen kusur oranı, davacılarda yaratılan elem ve ızdırabın ağırlığı ve manevi tazminatın belirlenmesine ilişkin tüm ilke ve kurallar nazara alınarak davacılar lehine hükmedilen tazminat miktarları yerindedir.
Usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
Davalı A. Sağlık Hizmetleri San. Ticaret A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı (2.456.000.000) lira bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 23.6.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

30 Haziran 2009 Salı

ALKOL MUAYENESİNE İTİRAZ - ALKOL KAÇ SAAT KANDA KALIR (danıştay kararı)

T.C. Danıştay Sekizinci Dairesi

Esas No: 2004/3669 Karar No: 2005/96 Tarihi: 12.01.2005



• Alkollü İçkilerin Sürücüler Üzerindeki Etki Derecesi

• Kandaki Alkol Miktarının Tespiti

• Kan Numunesi Alınarak Yapılan Tetkikler



ÖZET:

Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 97. maddesine göre, kanlarındaki alkol miktarı 0,50 promilin üstünde olan araç sürücüleri araç kullanamazlar. Alkol miktari cihazi le ölçülür. İtiraz halinde kandaki alkol miktarının tespiti için tahlil yapılır.



Olayda, kişinin alkollü olduğunun trafik kontrolü sırasında saptanmasından sonra, bu ölçüme yapılan itiraz üzerine Adli Tıp Kurumu'nda yapılacak tahlile kadarki sürede kandaki alkol oranının azalması doğaldır. Ancak, olayda, bu zaman diliminin yaklaşık 1,5 saat olduğu göz önüne alındığında, bu süre içerisinde kandaki alkol oranının 2,30 promilden 0,25 promile düşmesi olanaklı değildir.



Bu durumda, anılan yönetmelik maddesine uygun olarak yapılmış tespitle, davacının kanındaki alkol oranının, yönetmelikte öngörülen sınırın altında kaldığı anlaşıldığından, davacı adına tesis edilen işlemde hukuka uygun değildir.





(2577 s. m. 49, 2918 s. m. 48/5, #23053M352 s. m. 97)



TAM METİN:



Karşı Taraf: Ankara Valiliği



İstemin Özeti: Davacının sürücü belgesinin geçici olarak altı ay süreyle geri alınması ve 265.300.000 TL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada; dosyanın incelenmesinden, 21.10.2003 tarihinde saat 02.30'da yapılan trafik denetiminde alkolmetre cihazı ile yapılan ölçümde davacının 2,30 promil alkollü olarak araç kullandığının tespit edilmesi üzerine dava konusu işlemin tesis edildiği, davacının alkol ölçümüne itirazı üzerine Adli Tıp Kurumu Ankara Gurup Başkanlığı'nca saat 04.00'da alınan kan örneği üzerinde yapılan analiz sonucunda davacının 0,25 promil alkollü olduğunun belirlendiğinin anlaşıldığı, alkollü araç kullanım sebebiyle uygulanan müeyyidelerin iptali istemiyle açılan davalarda yapılan araştırma ve inceleme sonucu ibraz edilen Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı'nın 06.07.2001 gün ve 1262 sayılı yazısında, alkollü araç kullanan sürücülerin kandaki alkol düzeyinin olaydan 2,5 - 3 saat sonra ölçülmesi halinde, bilimsel olarak saatte 10-22 mg düzeyinde düşebileceği belirtildiğinden, olayda, davacıdan 1 saat 30 dakika sonra alınan kan örneğindeki alkol miktarına yukarıda aktarılan oranın azamisi uygulandığında dahi, davacının kanındaki alkol oranının olay saatinde 0,58 promile ulaşabileceği göz önüne alındığında dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden Ankara 6. İdare Mahkemesi'nin 25.03.2004 gün ve E. 2003/2042, K. 2004/385 sayılı kararının Adli Tıp Kurumu'nda yapılan kan tahlili sonucunda kandaki alkol oranının 0,25 promil çıktığı, bu nedenle işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı ileri sürülerek, 2577 sayılı Yasa'nın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.



Savunmanın Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.



Danıştay Tetkik Hakimi'nin Düşüncesi: Davacının ehliyetinin altı ay süreyle geri alınması ve 265.300.000 TL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada; 21.10.2003 tarihinde saat 02.30'da yapılan kontrolde 2,30 promil alkollü olduğu gözlenen davacıya, itiraz üzerine saat 04.00'da Adli Tabiplikçe verilen raporda kanındaki alkol düzeyinin 0,25 promil olduğu ve bunun da Karayolları Trafik Yönetmeliği'nde öngörülen sınırın altında olması sebebiyle oluşturulan işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından dava konusu işlemin iptali gerekirken, davayı reddeden idare mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.



Danıştay Savcısı'nın Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir. Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.



Türk Milleti adına;



Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesi'nce işin gereği görüşüldü:



Uyuşmazlık; 21.10.2003 tarihinde yapılan denetimde davacının 2,30 promil alkollü olduğunun tespit edilmesi üzerine sürücü belgesinin altı ay süreyle geri alınması ve 265.300.000 TL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemden doğmuştur.



2918 sayılı Yasa'nın 48. maddesinin 5. fıkrasında, uyuşturucu veya keyif verici maddeler almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu, uyuşturucu veya keyif verici maddelerin cinsleri ile alkollü içkilerin etkili dereceleri ve kandaki miktarlarını tespit amacıyla trafik zabıtasınca teknik cihazlar kullanılacağı, tespit usulleri ve muayene şartlarının Sağlık Bakanlığı'nın görüşüne uygun olarak hazırlanacak yönetmelikle düzenleneceği, yönetmelik ile belirlenen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde birinci defada sürücü belgesinin altı ay süreyle geri alınarak haklarında 265.300.000 TL para cezası uygulanacağı hükme bağlanmıştır.



18.07.1997 gün ve 23053 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 97. maddesinde de, uyuşturucu, uyutucu ve keyif verici gibi özelliklere sahip doğal ve sentetik psikotrop maddeleri almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayollarında araç sürmelerinin yasak olduğu hükme bağlanmış, maddenin devamında; taksi veya dolmuş otomobil, minibüs, otobüs, kamyon, çekici gibi araçlarla kamu hizmeti, yük ve yolcu taşımacılığı yapan sürücüler ile resmi araç sürücülerinin, alkollü içki almış olarak bu araçları süremeyecekleri, alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kanlarındaki alkol miktarı 0,50 promilin üstünde olanların araç kullanamayacakları, alkollü içki almış sürücülerin ve kanlarındaki alkol miktarının cihazla ölçüleceği, cihazla yapılan tespite sürücünün itiraz etmesi halinde, kanındaki alkol miktarının belirlenmesi için, bu konuda eğitilmiş ve kan almaya yetkili kılınmış personel tarafından kanı alınarak, tahlil için polis kriminal laboratuarına gönderileceği, polis kriminal laboratuarlarında tahlilin mümkün olmaması halinde, sürücü kandaki alkol miktarının tespiti için adli tıp merkezlerine ve Sağlık Bakanlığı'na bağlı tahlil yapılabilecek teknik ve tıbbi imkanlara sahip olan en yakın sağlık kuruluşlarına gönderileceği, kandaki alkol miktarının teknik cihazla ve kan alınarak laboratuarda tespit imkanlarının bulunmadığı hallerde, alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücülerin en yakın resmi sağlık kuruluşuna sevk edilerek, bu kurum hekimi tarafından rutin alkol muayenesinden geçirileceği belirtilmiştir.



Dosyanın incelenmesinden, 21.10.2003 tarihinde saat 02.30'da yapılan trafik kontrolü sırasında alkolmetre cihazı ile yapılan ölçüm sonucunda davacının 2,30 promil alkollü olduğunun tespit edilmesi üzerine dava konusu işlemin tesis edildiği, davacının alkol ölçümüne itirazı üzerine gönderildiği Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı'nca saat 04.00'da davacıdan alınan kan örneği üzerinde yapılan tahlil sonucunda kanındaki alkol oranının 0,25 promil olduğunun belirlendiği anlaşılmıştır.



İdare Mahkemesi'nce, davacının alkollü olarak tespit edildiği saatle Adli Tıp Kurumu'nca kanındaki alkol oranının tespit edildiği saat arasındaki zaman diliminde davacının kanındaki alkol oranının düşebileceği miktar hesaplanarak, olay saatinde de kanındaki alkol oranının yönetmelik maddesinde belirtilen orandan yüksek olabileceği nedeniyle davanın reddine karar verilmişse de, yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, alkol düzeyinin belirlenmesinde, kandaki alkol oranının esas alınması gerekir.



Kişinin alkollü olduğunun trafik kontrolü sırasında saptanmasından sonra, bu ölçüme yapılan itiraz üzerine Adli Tıp Kurumu'nda yapılacak tahlile kadar ki sürede kandaki alkol oranının azalması doğaldır. Ancak, olayda, bu zaman diliminin yaklaşık 1,5 saat olduğu göz önüne alındığında, bu süre içerisinde kandaki alkol oranını 2,30 promilden 0,25 promile düşmesi olanaklı görülmemektedir.



Bu durumda, yukarıda anılan yönetmelik maddesine uygun olarak yapılmış tespitle, davacının kanındaki alkol oranının, yönetmelikte öngörülen sınırın altında kaldığı anlaşıldığından, davacı adına tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.



Açıklanan nedenlerle, Ankara 6. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine 12.01.2005 gününde oybirliği ile karar verildi..

DAVANIN İHBARI (HUMK.49-52)

- Görülmekte olan davanın taraflarından birinin, üçüncü bir kişiye bu davayı haber vermesine ve üçüncü kişiden bu davada kendisine yardım etmesini istemesine davanın ihbarı denir.

- Davanın ihbarının iki temel amacı vardır:

- Usul Hukuku açısından; kendisine dava ihbar edilen tarafın, davaya katılarak

davayı ihbar eden tarafa yardım etmesini sağlamaktır.

- Maddi Hukuk açısından; davayı ihbar eden tarafın, davayı kaybetmesi halinde

üçüncü kişiye karşı açacağı rücu davasında hakkını daha emin ileri sürebilmesidir.

- Bir taraf iki halde ihbar müessesesine başvurur:

- Davayı kaybettiğinde, üçüncü bir kişiye rücu hakkı olduğu düşüncesinde ise,

- Davayı kaybettiğinde, üçüncü bir kişinin kendisinden bir hak istemesinden endişe

ederse,

- Davanın ihbarı, yargılama bitinceye kadar yapılabilir. (Yargıtay aşamasında olmaz)